Latmos'ta Kaya Resmi Nasıl Bulunur?
- timucinbinder
- 19 Haz 2024
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Haz 2024
Latmos. Kayalar dünyası. O kadar kaya ki, yan yana, üst üste, geçit vermiyor bazı yerler, aralarında sıkışıp kalıyor insan bazen.

Beni her zaman etkiledi kayalar, kayalık coğrafyalar, kayasal habitatlar. Bir bağ hissettim nedense böyle yerlerle aramda. Değişik bir bağ. Öyle belli bir manzarayla uzaktan kurulan, tek taraflı, yani monolog bir estetik ilişki değil. Bakışmanın, karşılıklı etkilemenin, etkileşimin ve dolayısıyla bir tür iletişimin getirdiği bir estetik bağ.

Ama bu bağın içinde estetiğin şimdiye, âna gömülü olmasıyla yetinmeyen, kökensel bir ilişkiye de çağrışım yapan, sanki kökenim bu kayalarmış duygusunu hissettiren evrimsel ve organik bir yan da var. Sanki onların, kayaların kabilesinden geliyormuşum ama bir yerde yollarımız ayrılmış ve ben farklı bir yöne gitmişim gibi. Ekolojik bir bağ da denebilir buna ve bence ekolojik deneyim ya da doğa deneyimi bu şekilde anlaşılmalı. Bu söylediklerim kimimize garip gelebilir ama aslında bu hepimizin içinde olan, ancak uzun süredir yitirmiş olduğumuz bir bakış açısı.

Bir de bu kayaların bir kısmının üzerlerinde resimler düşünün, binlerce yıl önce çizilmiş resimler, benim gibi bu kayaların arasında dolaşan, ara sıra durup çeşitli faaliyetlerde bulunan insanlar tarafından çizilmiş resimler. Aşağıda Latmos’un başka yerlerinden iki örnek kaya resmi. Kaya insanları diyebilir miyim bu insanlara? Benim insanlarım olarak bakıyorum onlara. Aynı kabilenin değişik dönemdeki üyeleriyiz. Öyle görüyorum onları görmesine ama evet, bir yandan da farklı dünyalardanız, aramızda binlerce yıl var. Kim oldukları hakkında hiçbir fikrim yok.
Şu ana kadar yapılmış nispeten yüzeysel arkeolojik incelemelere göre neolitik dönem tarımcıları, çiftçileriler. Henüz zayıf bir yorum, tartışmaya açık. Ama önemli de değil bu, benim onlarla aramda kurduğum bağda. O, bu araştırmalardan bağımsız, farklı bir bağ. Sadece olmuş olanla değil, olmasını arzuladığımla ilgili bir bağ. Burada kilit sözcük arzulamak. Bir şey arzulamanın yaşamın çok önemli bir parçası olduğunu unutuyoruz çoğu kez. Arzulamayı nesneler ve de cinsellikle sınırlıyoruz ki, o da çarpıtılmış biçimlerde. Diğerlerinde rasyonelliği dayatıyoruz, o ve karşıtını bir arada kullanamıyoruz.

Benim için önemli olan, buralarda, bu kayaların aralarında, içlerinde, üstlerinde birilerinin benim gibi dolaşmış olması, birilerinin benim gibi bu coğrafyaya bağlanmış olması, bu coğrafyalı olması. Önemli olan, benim de onların binlerce yıl önce aralarında dolaştıkları bu kayaların aralarında dolaşmam, bu resimleri çizdikleri kayalara dokunmam, bu resimlere bakarken o sıradaki nefes alışverişlerini duyamasam da onları hemen yanı başımda hissetmem. Birbirlerinden sekiz bin yılla ayrılmış nefesler, aynı yeri solumak, aynı yeri yaşamak. Çıkış yolum burası. Arzulamamın temeline yerleştirdiğim yegâne tespit edilebilir ve kanıtlanabilir olgu bu, onların ve benim, farklı dönemlerde olsa da aynı yerde bulunmuş olmamız.
Atalarım diyebilir miyim o nefesleri alıp vermiş bu bedenlere, bu kayalık doğada bir zamanlar yaşamış olan bu insanlara. Birçok açıdan ayrılıyor olabiliriz. Modern yaşamdan gelen bir insan olarak onlara çok uzak olabilirim. Ama sadece gelen bir insan olarak. O modern yaşamı reddeden, aksine o yaşamın içinde boğulduğunu hisseden, hayatını bu tür bir doğallıkla aşılamak isteyen biri olarak tam tersine onlara çok yakın da olabilirim.

Karışık konular, daha fazla tartışmayı, konuşmayı hakkediyorlar. Ama birkaç hafta önce yine böyle bir kaya resmi alanındaydım, henüz yerinde göremediğim bir kaya resminin peşinde, biraz da ondan konuşayım. İlk bölümde doğasını anlatmıştım İkizcelerin, şimdi kaya resmini bulma maceramıza gireyim, İkizcelerin meşhur “düğün alayı” kaya resmini. Öyle tanımlamış bu resimleri dünyaya tanıtan arkeolog Peschlow. Ben pek emin değilim bu düğün alayı yorumundan. Yanda/aşağıda Peschlow’un bize aktardığı İkizceler kaya resmi. Bunu arıyordum.

Daha önce bir kez daha aramıştım bu kaya resmini. Ufak bir grup olarak buraya yürüdüğümüzde bir arkadaşımla birlikte her yanına bakmıştık bu kayalığın ama bir türlü bulamamıştık. Elbette buraya bir bilenle gelip olayı hemen çözebilirdim. Ama öyle bir çözüm değil benim aradığım, aksine aramanın kendisi peşinde olduğum, beni bu kayalarla birleştiren eylemin kendisi.
Bu sefer de iki kişi arıyorduk. Pek sürmeyeceğini düşünüyordum. Daha önce o kadar aramıştım ve bu sefer daha iyi hazırlanmıştım, elimde Peschlow’un çektiği fotoğraflar vardı. Yaklaşık yerini biliyordum. Fotoğraflardan biri de resmin olduğu kayayı gösteriyordu. Tüm yapmam gereken, bu kadar kayanın arasında o kayayı bulmaktı. İşte yukarıdaki ve aşağıdaki resimler arama bölgemizdi.

Sürpriz, bir saat geçmiş ve hâlâ bulamamıştık. Sinirlenmeye başlamıştım. Bugüne kadar ne kaya resimleri bulmuştum, bunu ikinci kez bulamıyordum. Üstelik diğerlerinin bir kısmını fotoğrafsız bulmuştum. Kafayı yemek üzereydim.

Tekrar son bir kez kalktım ayağa ve bu sefer buluyorum diyerek daldım kayaların içine. Kayalar dediğim, üst üste bir kayalar tepesi. İçinde ufak dehlizler, daracık geçitler, oda türü açıklıklar, bir anda aşağı düşen zeminler var. Farklı bir dünya. Bazen ayakta ilerleyebiliyorsa da insan, çoğu kez sürünmek ve tırmanmak gerekiyor. Kayalarla çepeçevre kaplı bir dünya, bir yer, bir alan. Mezar hissi de uyandırmıyor değil. Ama içinden çıkarken de yeniden doğuyormuş gibi hissediyorsunuz. Sanki doğum ve ölümün aynı anda hissedildiği bir yer, bir dünya.

Bu anlattığım içi, dışında, kayaların üstünde ve aralarında, yer yer mağaramsı kovuklar da var. Kimi epeyce içeri giden mağaramsılar, duvarları oyuk oyuk onlarca nişle dolu. Gerçekten çok ilginç ve çılgın bir yer. Ama dikkat etmek gerek bu mağaramsılara. Birine daldığımda, mesela, kendimi bir anda eşek arılarının arasında buluverdim. Sadece benim ilgimi çekmiyorlar anlaşılan. Tavanda onlarca arı, asılı, sanırım dinleniyorlar ya da yeni uyanıyorlardı. Karşımda, en fazla bir buçuk metre ötemde de yuvaları. Kaçtım hemen haliyle. Ama duvarları da çabucak gözden geçirmeyi unutmadan. Burada da yoktu kaya resmi.

Ya bulacaktım ya da yine pes edecektim. Farklı bir yerden başlamıştım bu sefer. Tepedeki mağaramsıya tırmanmış, oradan da sağdaki deliğe dalmıştım. Daha yeni kafamı sokmuştum ki, bir anda, o ne, tam karşımda defalarca baktığım fotoğraf duruyordu. Bulmuştum, burası orasıydı. Sekiz bin yıl önce birilerinin girip bir şeyler çizdiği yer. Tam onların bulunduğu yerdeydim. Hemen dışarıya seslendim buldum, yeri buldum diyerek.

Peschlow tavanda diye belirtmişti kitabında ama hiçbir şey yoktu ortalıkta. O sırada destek de geldi ve iki çift göz birlikte bakmaya başladık. Yok, hiçbir şey yoktu. Burası orasıydı, ondan şüphe yoktu ama kaya resmi falan yoktu. Gerçekten kafayı yiyecektim. Tam artık vazgeçmek üzereyken, Özlem tavanda çooooook hafif bazı şekiller gördüğünü söyledi. Tek gitmemenin yararı. Işık yardımıyla tekrar tekrar baktık ve evet, son derece silik bazı şekiller vardı. Sonunda kaya sırrını vermişti.

Hiç de beklediğim netlikte değillerdi. Otuz yılda bu kadar bozulamayacaklarına göre, anlaşılan Peschlow ve ekibi daha özel aletlerle çekmiştiler bu resmi. Yoksa öyle sık ziyaret edilen bir yer değil burası. Zaten yerini bilmedikten sonra bu resimleri görmek neredeyse imkânsız. Hemen fotoğraflamaya giriştim. Biraz körlemesine tabii, çünkü çok siliktiler. Evde uğraşmak üzere tahmini şekilde tüm yüzeyi çektim.

Çekememişim ama. Tahminimden büyükmüş şekiller, o yüzden sadece bir kısmını fotoğraflayabilmişim. Kaya resimlerinin kendileri kırmızı renkte; çok silik de olsalar kırmızı renk görülüyor. Bulundukları yüzeyin rengini değiştirerek daha da belirginleştirdim şekilleri. Başka türlü görmek mümkün değil. Uğraştıkça netleştiler. Harika olmasa da sonunda anlaşılır bir şey çıktı ortaya. Ama tabii eksikler. Genelde aynı yeri çekmişim, o “düğün alayı”nın sadece iki kısmını. Ama merkezini çekmişim, “damatla gelini”. Bir de arkalarından gelen üç kadını. Kalanı için tekrar gidip çekmem gerekecek. Gitmeliyim de, çünkü bütünü görmek gerek eğer bir şeyler anlamak istiyorsak. Neyse artık kolay, yerini biliyorum.

Peki, ne oldu sonunda, diye sorabilir bazıları. Geliyor böyle sorular ara sıra. Her şeyden önce güzel bir maceraydı ama evet, benim için epey önemli bir şeydi bu kaya resmini bulmak. Yazının başında uzun uzun açıkladım. Kimisi için de hiç önemli değil. Öyle bakıp geçen çok kişi gördüm. Sanırım yaşamaya nasıl baktığımızla ilgili bir durum. Kimimiz nesneler ve modern yaşamın nimetlerine daha tutkun ya da daha aşkın güçlerin peşinde kimimiz de bir ressam veya bir yazar gibi yaşamı anlamlandırmaya meraklı ama yaşamın kendisine giderek ve kendisinden yola çıkarak. Ama arkeolojik, antropolojik, tarihsel ve felsefi açılardan yaklaşırsak konuya, onun tartışması daha geniş olmak zorunda, burası yetmez ve ancak bu çalışma bittikten sonra gelecek. YabanSoluk - Timuçin Binder






👏👏👏harikasiniz