Asfodeller ve Huzura Kaçışım
- timucinbinder
- 13 Mar 2024
- 4 dakikada okunur

Kireçlik. Böyle biliniyor bizim burada, Bodrum’da. Başka yerlerde çiriş veya kiriş deniyor. Bilimsel adıysa asphodelus. Yunancadan. Ona da bilinmeyen başka bir dilden geçmiş. Kısaca asfodel diyorum ben.
Henüz hiçbirini bilmiyordum bu adların onu ilk kez tanıdığımda. O benim ilk çiçeğim oldu hep. Hani hepimizin kafasında çocukluğumuzdan gelen ilk görüntülerimiz vardır ya, o da benim çiçek düşündüğümde hafızamda beliren ilk görüntü.
Kırlarda dolaşmaya on bir yaşımda başladım. Yani dağlara gitmeye. Soran eden, ilgilenen yoktu, serbesttim. İstediğim kadar yürüyebiliyor, istediğim yere gidebiliyordum ama çocuktum, yürü yürü, tırman tırman, bir yerden sonra yorulup dönüyordum.

Asfodelle daha ilk yürüyüşlerimde tanıştım, yapraklarının arasından neredeyse bir metreye yaklaşan yeşil sapının ucundaki çiçekleriyle. Dik bir bitkidir, insan gibi, dikey canlı. Boyu boyuma yakındı o sıralar. Genelde kalabalık olurlar. Ben de bir dolu asfodelin ortasındaydım ilk karşılaştığımda.
Mezarlık çiçeğidir Yunan mitolojisinde, yeraltıyla ilişkilendirilmiştir. Ama daha çok yeraltının cenneti olarak da düşüneceğimiz Elision çayırlarıyla. Sanırım Persophone de başına taç yaparmış çiçeklerinden. Gerçekten de bir çayırlıkta hissedersiniz kendinizi, buğday başaklarına benzer uzun yeşil saplarının ucundaki beyaz gri arası çiçekleriyle karşılaştığınızda.
O yaşta pek mitolojiye ilgilenmiyordum. Hele yeraltıyla hiç. Sadece karşımda dimdik bana bakan asfodeller vardı ve elimde de bir sopa. Ne geçiyordu acaba kafamdan? Ya da ne tür duygular içindeydim? Hatırlamıyorum. Sadece bir anda sopayı kaldırdığımı ve tüm gücümle karşımdaki asfodelin sapının tam ortasına vurduğumu hatırlıyorum, çiçeklerinin altından. Anında kırılıp düşmüştü sapının yarısı. Ardından diğerine vurdum ve diğerine ve diğerlerine. İndirdikçe sopamı ya kırdığım sap hemen yere düşüyordu ya da kırılmış şekilde asılı kalıyordu. Tekrar vuruyordum o zaman tamamen düşmesi için. Birkaç dakika içinde hepsini kırmıştım. Artık bana bakmıyorlardı dimdik.

Pek huzurlu bir ev hayatım, aile hayatım olmadı çocukluğumda. Pek değil hiç. Zordu. Çok fazla kavganın olduğu ve son derece huzursuz olduğumu hatırladığım bir evde büyüdüm. Sanırım bu yüzden dağlara kaçtım. En azından dört, beş saatliğine huzur, özellikle de sessizlik için. Bir kaçıştı yani benim için dağlara gitmek, hiçbir zaman gerçek bir eve dönüşmemiş evimden kaçış, çocuk aklımla, çocuk ruhumla kendime bir ev arayışıydı doğaya ilk çıkışım. O asfodellerse, zavallı asfodeller, içimdeki öfkenin kurbanı olmuşlardı sanırım o sırada. Devamı gelmedi. Gerçi başka şekillerde sürdü öfkem yıllarca ama bir daha ne asfodellerin ne de başka çiçeklerin canını yaktım.

Sanırım bu yüzden evim diyorum doğaya. Hâlâ doğa yürüyüşlerimi evime gitmek olarak tanımlarım. Hatta doğanın içine girmekten bahsederim. İçine girmeye çalışmışım hep, bir sığınağa girmeye çalışırcasına. Kaçıp saklandığım yer olmuş çünkü ilk başta, huzur için.
Artık kaçtığım, sığındığım yer değil. Daha fazlası. Daha iyi anlamaya başladım doğayı. Kaçışla başlamaması gerektiğini anladım ya da bir kaçış olmaması gerektiğini. Benim kaçışım bariz şekilde ciddi bir çocukluk sorunuyla ya da travmasıyla ilişkiliymiş. Ama konu doğaya gidiş olunca hâlâ ilk tepkinin kaçış olduğunu görüyorum. Hâlâ doğaya gidişlerin, ekolojik veya doğal yaşam girişimlerinin ilk sebebi. Modern yaşamdan kaçış, modern yaşamın çektirdiklerinden kaçış, huzursuzluktan kaçış. Herkes için değil tabii, bir kısmı memnun, bir yere kaçmak istemiyorlar.
Zaman içinde doğaya gidişin bulamadığımız evi inşa etmek değil, asıl evi, evimizi görmek, tanımak olduğunu anladım. Doğanın kendisi bir ev. Orada evrilmişiz. Ama ona kavuşmak, geri gitmek, cenin pozisyonunda içinde kıvrılacağımız başka bir sığınağa tıkılmak olmamalı. Ben birbirinden uzak düşmüş iki parçanın birleşmesi gibi düşünüyorum bu geri gidişi, dönüşü. İnsan doğadan koptuğunda o ev boş kalmıştı ama geri dönüş de aynı evde yalnız başına yaşamak olmamalı.

Aksi takdirde kaçış döngüsüne takılıp kalıyor insan. Tek başına da gelmiyor kaçış. Huzura kaçış olarak geliyor. İlk başta çok normal geliyor insana bu kavram. Huzura kaçmanın nesi sorun olabilir? Ama bence göründüğü kadar masum değil. Modern yaşamın yarattığı sinsi bir tuzak bana sorarsanız. Şöyle bir bakın, modern yaşam huzuru, huzur arayışını veya huzura kaçışı da bir metaya, alınıp satılır bir nesneye, bir tüketim nesnesine dönüştürmüş. Sadece tüketim nesnesine olsa iyi, insanların kontrol edildiği bir sahte arzuya, önlerinde sallanan bir havuca dönüştürmüş. Huzur arayışı, insan, nereye giderse gitsin onu takip eden bir oto-kontrole dönüşmüş. Huzur bulmak için yaşıyoruz bir bakıma. Huzuru bulmak için yaşamak ne demek? Eğer buysa yaşamdaki hedefimiz, eğer buna indirgenmişse yaşamak, o zaman ciddi bir sorun var sürdürdüğümüz yaşamlarda. Ve bizde.

O yüzden de kaçış kadar huzur arayışını da reddetmeliyiz, reddetmeliyiz ki bu oto-kontrolü ve dolayısıyla sistemin üzerimizde kurduğu kontrolü kıralım. Yaşamın özü, en azından biz canlı bireylerin açısından baktığımızda, keyif, bedensel temelli keyif olmalı. Huzur arayışı değil. Huzur arayışı bunun yerini alıyor, aldırılıyor. Bu ikisini karıştırıyoruz. Keyif kaçışı değil, arzularına göre yaşamayı, serbestliği getirir. Tabii modern keyif yöntemleri hariç. Huzursa aksine kontrolcü bir şey, sistemdeki kontrolü bireylerin kendilerine aktaran bir şey. Sinsice, hiç belli etmeden. Böylece birey farkında olmadan çevresini kontrol etmeye, yani uymak yerine değiştirmeye başlıyor.

Huzur arayışındaki insan, koca nehir elinden alındıktan sonra bir bardak suyla mutlu edilen insandır ve o bir bardak suya takılıp kalır, o suyu tutacak bardağını yaratmaya, bir bakıma imal etmeye çalışır, nehir nereye gitti sorusunu sormaz. Huzuru bulmak hiçbir zaman kurtulmak, kaçışın sonlanması değil, aksine her gün tedirgin yaşamak, hiçbir zaman özgürleşememek, her zaman tetikte olmaktır. Huzurumu bozan bir şey var mı, yine bozulacak mı, bozulursa ne yaparım, her şey kontrolümde mi? Bu düşüncelerin tedirginliğiyle yaşamaktır huzur arayışı. O arada da en masumane kaçış ve kurtuluş planlarıyla modern yaşamın girmediği, giremediği alanları değiştirmeye başlar huzur adına.
Ve her zaman başka bir yere kaçmaya hazır, her zaman bunun planlarını yaparak. Çünkü sonu yoktur huzur arayışının, girdiği yeni alanlara modern yaşam virüsünü bulaştırır, farkında olmadan aynı hastalıklı habitata dönüştürür ve orası da bozulduğunda hop yeni huzur alanı arayışı başlar. Sonunda olan asfodellere olur. Oysa o bakışlarında bir hoş geldin vardı o güzel asfodellerin.
Timuçin Binder - Yabansoluk







Yorumlar